|
Kategori |
İngilizce |
Türkçe |
|
Common Usage |
|
1 |
Yaygın Kullanım |
in time zf.
|
zamanla |
|
The ill-concealed agenda is the desire for a common EU military which in time will be able to supersede NATO.
Gizlenmeyen gündem, zamanla NATO'nun yerini alabilecek ortak bir AB ordusu kurma arzusudur.
More Sentences
|
General |
|
2 |
Genel |
arrive in time f.
|
zamanında varmak |
|
If you leave now, you'll arrive in time.
Şimdi çıkarsan, zamanında varırsın.
More Sentences
|
3 |
Genel |
arrive in time f.
|
zamanında ulaşmak |
|
I arrived in time.
Zamanında ulaştım.
More Sentences
|
4 |
Genel |
in time zf.
|
vaktinde |
|
He arrived in time for the meeting.
Toplantı için vaktinde geldi.
More Sentences
|
5 |
Genel |
in time zf.
|
zamanında |
|
It is highly complicated to find the money for this in time.
Bunun için gerekli parayı zamanında bulmak oldukça karmaşıktır.
More Sentences
|
6 |
Genel |
just in time zf.
|
tam zamanında |
|
They were just in time.
Tam zamanında geldiler.
More Sentences
|
7 |
Genel |
in no time zf.
|
hemen |
|
On a hot day like this, the laundry will be dry in no time.
Böyle sıcak bir günde çamaşırlar hemen kurur.
More Sentences
|
8 |
Genel |
in no time zf.
|
çabucak |
|
He ate it in no time.
Onu çabucak yedi.
More Sentences
|
9 |
Genel |
just in time zf.
|
tam vaktinde |
|
Tom usually arrives home just in time for dinner.
Tom akşam yemeği için eve tam vaktinde gelir.
More Sentences
|
10 |
Genel |
in time zf.
|
zaman içerisinde |
|
In time, European integration is likely to grind to a halt as a result of enlargement.
Genişlemenin bir sonucu olarak Avrupa entegrasyonunun zaman içerisinde durma noktasına gelmesi muhtemeldir.
More Sentences
|
11 |
Genel |
in due time zf.
|
zamanında |
|
We need a transitional stage in the event of the legal basis not being complete in due time.
Yasal zeminin zamanında tamamlanamaması durumunda bir geçiş aşamasına ihtiyacımız var.
More Sentences
|
12 |
Genel |
in time zf.
|
zamanla |
|
The Commission can accept such a clause and welcomes the fact that it is limited in time.
Komisyon böyle bir maddeyi kabul edebilir ve bunun zamanla sınırlı olmasını memnuniyetle karşılar.
More Sentences
|
Phrases |
|
13 |
İfadeler |
in no time expr.
|
vakit kaybetmeden |
|
We finished the homework in no time at all.
Hiç vakit kaybetmeden ödevi bitirdik.
More Sentences
|
General |
|
14 |
Genel |
an immortal person believed to come in time of need i.
|
hızır |
|
15 |
Genel |
coldest time in winter i.
|
zemheri |
|
16 |
Genel |
in the nick of time i.
|
saniyesi saniyesine |
|
17 |
Genel |
point in time i.
|
çok kısa bir süre |
|
|
18 |
Genel |
just-in-time-systems i.
|
tam zamanlı sistemler |
|
19 |
Genel |
just-in-time systems i.
|
tam zamanlı sistemler |
|
20 |
Genel |
point-in time i.
|
geçmişteki her hangi bir ana geri dönüş |
|
21 |
Genel |
travel in time i.
|
zaman yolculuğu |
|
22 |
Genel |
travel in time i.
|
zamanda yolculuk |
|
23 |
Genel |
a time in the past i.
|
geçmişte bir zaman |
|
24 |
Genel |
establish in time f.
|
zamanla yerleşmek |
|
25 |
Genel |
return in time f.
|
zaman içinde geri dönmek |
|
26 |
Genel |
put in time on f.
|
bir iş için belirli bir zaman harcamak |
|
27 |
Genel |
spend time in the society of one's friends f.
|
arkadaşlarıyla vakit geçirmek |
|
28 |
Genel |
perform five time salaat in a day f.
|
günde beş vakit namaz kılmak |
|
29 |
Genel |
take precautions in time f.
|
zamanında önlem almak |
|
30 |
Genel |
take measures in time f.
|
zamanında önlem almak |
|
31 |
Genel |
deliver in due time f.
|
zamanında teslim etmek |
|
32 |
Genel |
get to (a place) in time f.
|
bir yere yetişmek |
|
33 |
Genel |
learn in time f.
|
zamanla öğrenmek |
|
34 |
Genel |
occur in the course of time f.
|
zamanla oluşmak |
|
35 |
Genel |
settle in time f.
|
zamanla oturmak |
|
36 |
Genel |
go back in time f.
|
geçmişe gitmek |
|
37 |
Genel |
go back in time f.
|
zamanda geriye gitmek |
|
|
38 |
Genel |
march forward in time f.
|
zamanla gelişmek |
|
39 |
Genel |
waste time in vain f.
|
boşa zaman harcamak |
|
40 |
Genel |
respond in time f.
|
zamanında cevap vermek |
|
41 |
Genel |
waste time in vain f.
|
gereksiz yere zaman harcamak |
|
42 |
Genel |
spend too much time in front of the tv f.
|
televizyonun karşısında çok vakit geçirmek |
|
43 |
Genel |
get a place in no time flat f.
|
soluğu (bir yerde) almak |
|
44 |
Genel |
arrive in time f.
|
zamanında yetişmek |
|
45 |
Genel |
reach in time f.
|
zamanında yetişmek |
|
46 |
Genel |
reach in time f.
|
zamanında varmak |
|
47 |
Genel |
discover in time f.
|
zamanında keşfetmek |
|
48 |
Genel |
discover in time f.
|
zamanında farkına varmak |
|
49 |
Genel |
move forward or backward in time f.
|
zamanda ileri geri gitmek |
|
50 |
Genel |
get to the top of one's field in a very short time f.
|
çok kısa zamanda alanında en üste/tepeye çıkmak/ulaşmak |
|
51 |
Genel |
(for a teacher) give a student hard time in school f.
|
bir öğrenciye takmak |
|
52 |
Genel |
get (somewhere) in no time flat f.
|
soluğu (bir yerde) almak |
|
53 |
Genel |
complete/finish the job in time/before the deadline f.
|
işi vaktinde yetiştirmek |
|
54 |
Genel |
get back in time f.
|
zamanında dönmek |
|
55 |
Genel |
lost in the mists of time s.
|
tarihin derinliklerinde kaybolmuş/yok olmuş/yitmiş |
|
56 |
Genel |
in due time zf.
|
vakti gelince |
|
57 |
Genel |
in good time zf.
|
biraz erken |
|
58 |
Genel |
in no time zf.
|
kaşla göz arasında |
|
59 |
Genel |
in less than no time zf.
|
çabucak |
|
60 |
Genel |
in time zf.
|
uygun tempoda |
|
61 |
Genel |
in progress of time zf.
|
zamanla |
|
62 |
Genel |
in good time zf.
|
vaktinde |
|
63 |
Genel |
in no time zf.
|
bir an önce |
|
64 |
Genel |
in time zf.
|
nihayet |
|
65 |
Genel |
in no time zf.
|
çabucacık |
|
66 |
Genel |
in time zf.
|
vakitli |
|
67 |
Genel |
in double time zf.
|
hızla |
|
68 |
Genel |
in the process of time zf.
|
zaman geçtikçe |
|
69 |
Genel |
in the same time zf.
|
aynı zamanda |
|
70 |
Genel |
in less than no time zf.
|
pek az sonra |
|
71 |
Genel |
in good time zf.
|
süresi gelince |
|
72 |
Genel |
in a short time zf.
|
ha bugün ha yarın |
|
73 |
Genel |
in the nick of time zf.
|
tam zamanında |
|
74 |
Genel |
in the course of time zf.
|
vaktin geçmesiyle |
|
75 |
Genel |
in no time zf.
|
çarçabuk |
|
76 |
Genel |
in a given time zf.
|
belirli bir süre içinde |
|
77 |
Genel |
in our time zf.
|
bu günlerde |
|
|
78 |
Genel |
in less than no time zf.
|
çok çabuk |
|
79 |
Genel |
in time zf.
|
bir süre sonra |
|
80 |
Genel |
in one's spare time zf.
|
boş vaktinde |
|
81 |
Genel |
in the time to come zf.
|
gelecekte |
|
82 |
Genel |
in good time zf.
|
çabuk |
|
83 |
Genel |
all in good time zf.
|
müsait bir zamanda |
|
84 |
Genel |
in no time zf.
|
derhal |
|
85 |
Genel |
in time zf.
|
uygun zamanda |
|
86 |
Genel |
in a week's time zf.
|
haftaya |
|
87 |
Genel |
in no time zf.
|
çok çabuk |
|
88 |
Genel |
in our time zf.
|
zamanımızda |
|
89 |
Genel |
in our time(s) zf.
|
bu günlerde |
|
90 |
Genel |
in good time zf.
|
erken |
|
91 |
Genel |
all in good time zf.
|
uygun bir zamanda |
|
92 |
Genel |
in less than no time zf.
|
çabucacık |
|
93 |
Genel |
in process of time zf.
|
zamanla |
|
94 |
Genel |
in due time zf.
|
zamanı gelince |
|
95 |
Genel |
in a short time zf.
|
dünden bugüne |
|
96 |
Genel |
in good time zf.
|
önceden belirlenen zamanda |
|
97 |
Genel |
in record time zf.
|
çok kısa bir zamanda |
|
98 |
Genel |
in less than no time zf.
|
bir anda |
|
99 |
Genel |
in the process of time zf.
|
zamanla |
|
100 |
Genel |
in the course of time zf.
|
zamanla |
|
101 |
Genel |
in due time zf.
|
vaktinde |
|
102 |
Genel |
in a very short time zf.
|
kaşla göz arasında |
|
103 |
Genel |
all in good time zf.
|
zamanı gelince |
|
104 |
Genel |
in the course of time zf.
|
zaman içerisinde |
|
105 |
Genel |
in the soonest time zf.
|
en yakın zamanda |
|
106 |
Genel |
in the earliest time zf.
|
en yakın zamanda |
|
107 |
Genel |
for the first time in years zf.
|
yıllar sonra ilk defa |
|
108 |
Genel |
for the first time in days zf.
|
günler sonra ilk defa |
|
109 |
Genel |
for the first time in days zf.
|
günlerden sonra ilk defa |
|
110 |
Genel |
first time in days zf.
|
günler sonra ilk kez |
|
111 |
Genel |
first time in years zf.
|
yıllardan sonra ilk kez |
|
112 |
Genel |
first time in weeks zf.
|
haftalar sonra ilk kez |
|
113 |
Genel |
for the first time in months zf.
|
aylar sonra ilk kez |
|
114 |
Genel |
first time in months zf.
|
aylardan sonra ilk kez |
|
115 |
Genel |
for the first time in weeks zf.
|
haftalar sonra ilk kez |
|
116 |
Genel |
for the first time in months zf.
|
aylardan sonra ilk kez |
|
117 |
Genel |
first time in weeks zf.
|
haftalar sonra ilk defa |
|
118 |
Genel |
first time in days zf.
|
günlerden sonra ilk kez |
|
119 |
Genel |
for the first time in days zf.
|
günler sonra ilk kez |
|
120 |
Genel |
for the first time in years zf.
|
yıllardan sonra ilk kez |
|
121 |
Genel |
first time in years zf.
|
yıllardan sonra ilk defa |
|
122 |
Genel |
first time in months zf.
|
aylar sonra ilk defa |
|
123 |
Genel |
first time in months zf.
|
aylar sonra ilk kez |
|
124 |
Genel |
for the first time in days zf.
|
günlerden sonra ilk kez |
|
125 |
Genel |
for the first time in months zf.
|
aylardan sonra ilk defa |
|
126 |
Genel |
for the first time in months zf.
|
aylar sonra ilk defa |
|
127 |
Genel |
first time in years zf.
|
yıllar sonra ilk kez |
|
128 |
Genel |
for the first time in years zf.
|
yıllar sonra ilk kez |
|
129 |
Genel |
first time in years zf.
|
yıllar sonra ilk defa |
|
130 |
Genel |
for the first time in years zf.
|
yıllardan sonra ilk defa |
|
131 |
Genel |
first time in days zf.
|
günlerden sonra ilk defa |
|
132 |
Genel |
first time in months zf.
|
aylardan sonra ilk defa |
|
133 |
Genel |
first time in days zf.
|
günler sonra ilk defa |
|
134 |
Genel |
for the first time in weeks zf.
|
haftalar sonra ilk defa |
|
135 |
Genel |
up to this point in time zf.
|
şu ana kadar |
|
136 |
Genel |
up to this point in time zf.
|
şimdiye kadar |
|
137 |
Genel |
in that period of time zf.
|
o dönemlerde |
|
138 |
Genel |
just in time zf.
|
son dakikada |
|
139 |
Genel |
in time zf.
|
erken |
|
140 |
Genel |
at…local time in turkey zf.
|
türkiye saatiyle |
|
141 |
Genel |
in turkey at … local time zf.
|
türkiye saatiyle |
|
142 |
Genel |
in the recent time zf.
|
yakın dönemde |
|
143 |
Genel |
in a short time zf.
|
kısa sürede |
|
144 |
Genel |
in the course of time zf.
|
geçen zaman içinde |
|
145 |
Genel |
in the time of need zf.
|
ihtiyaç anında |
|
146 |
Genel |
for the first time in a long time zf.
|
uzun süredir ilk defa/kez |
|
147 |
Genel |
in time zf.
|
zamanında (yetişmek) |
|
148 |
Genel |
just in time zf.
|
son anda |
|
149 |
Genel |
just in time zf.
|
ucu ucuna |
|
150 |
Genel |
in the course of time zf.
|
zamanında |
|
151 |
Genel |
in good time zf.
|
zamanında |
|
152 |
Genel |
for the first time in his life zf.
|
hayatında ilk defa |
|
153 |
Genel |
in a short span of time zf.
|
kısa süre içinde |
|
154 |
Genel |
in a short span of time zf.
|
kısa zamanda |
|
155 |
Genel |
in a short span of time zf.
|
kısa sürede |
|
156 |
Genel |
in a month's time zf.
|
bir aylık dönem içerisinde |
|
157 |
Genel |
yet in time zf.
|
ancak zaman içinde |
|
158 |
Genel |
in time zf.
|
zaman içinde |
|
159 |
Genel |
in no time zf.
|
bir koşu |
|
160 |
Genel |
in turkey at … local time zf.
|
türkiye saati ile |
|
161 |
Genel |
at…local time in turkey zf.
|
türkiye saati ile |
|
162 |
Genel |
in my free time zf.
|
boş zamanlarımda |
|
163 |
Genel |
in my spare time zf.
|
boş zamanlarımda |
|
164 |
Genel |
in real time zf.
|
gerçek zamanda |
|
165 |
Genel |
in the same amount of time zf.
|
aynı sürede |
|
166 |
Genel |
in the same amount of time zf.
|
eşit sürede |
|
167 |
Genel |
i̇n no time zf.
|
hemen |
|
168 |
Genel |
in time zf.
|
vakitlice |
|
169 |
Genel |
in due time zf.
|
talep edilen süre içerisinde |
|
170 |
Genel |
in time zf.
|
iki cihanda |
|
171 |
Genel |
in time zf.
|
şu dünyada |
|
172 |
Genel |
in time zf.
|
sayısız ihtimal varken |
|
173 |
Genel |
in good time expr.
|
makul bir sürede |
|
Phrasals |
|
174 |
Öbek Fiiller |
time someone in f.
|
birinin geliş/varış saatini kaydetmek |
|
175 |
Öbek Fiiller |
keep until (some point in time) f.
|
(belli bir zamana) kadar taze durmak/kalmak |
|
176 |
Öbek Fiiller |
keep until (some point in time) f.
|
(belli bir zamana) kadar bozulmamak |
|
177 |
Öbek Fiiller |
keep until (some point in time) f.
|
(belli bir zamana) kadar bozulmadan durmak/kalmak |
|
178 |
Öbek Fiiller |
keep until (some point in time) f.
|
(belli bir zamana) kadar tazeliğini korumak |
|
179 |
Öbek Fiiller |
keep until (some point in time) f.
|
(belli bir zamana) kadar bakmak/bakımını üstlenmek |
|
180 |
Öbek Fiiller |
keep until (some point in time) f.
|
(belli bir zamana) kadar göz kulak olmak |
|
181 |
Öbek Fiiller |
keep until (some point in time) f.
|
(belli bir zamana) kadar korumak |
|
182 |
Öbek Fiiller |
keep until (some point in time) f.
|
(belli bir zamana) kadar sahip çıkmak |
|
183 |
Öbek Fiiller |
keep until (some point in time) f.
|
(belli bir zamana) kadar tutmak |
|
184 |
Öbek Fiiller |
keep until (some point in time) f.
|
(belli bir zamana) kadar muhafaza etmek |
|
185 |
Öbek Fiiller |
invest (one's) time in (something) f.
|
(bir işe/şeye) zamanını harcamak |
|
186 |
Öbek Fiiller |
put (some time) in on (something) f.
|
(bir şeye belli bir zaman) ayırmak |
|
187 |
Öbek Fiiller |
put (some time) in on (something) f.
|
(bir şeye belli bir zaman) vermek |
|
188 |
Öbek Fiiller |
put (some time) in on (something) f.
|
(bir şeye belli bir zaman) harcamak |
|
189 |
Öbek Fiiller |
put in (some time) on (something) f.
|
(bir şeye belli bir zaman) ayırmak |
|
190 |
Öbek Fiiller |
put in (some time) on (something) f.
|
(bir şeye belli bir zaman) harcamak |
|
191 |
Öbek Fiiller |
put in (some time) on (something) f.
|
(bir şeye belli bir zamanını) vermek |
|
192 |
Öbek Fiiller |
reach back into (some point in time) f.
|
(tarihte bir zamana) dayanmak |
|
193 |
Öbek Fiiller |
reach back into (some point in time) f.
|
(tarihte bir zamandan) gelmek |
|
194 |
Öbek Fiiller |
reach back into (some point in time) f.
|
(tarihte bir zamana) gönderme yapmak |
|
195 |
Öbek Fiiller |
reach back into (some point in time) f.
|
(tarihte bir zamandan) ilham almak |
|
196 |
Öbek Fiiller |
reach back into (some point in time) f.
|
(önceki bir şeyden/zamandan) öğeler taşımak |
|
197 |
Öbek Fiiller |
reach back to (some point in time) f.
|
(tarihte bir zamana) dayanmak |
|
198 |
Öbek Fiiller |
reach back to (some point in time) f.
|
(tarihte bir zamandan) gelmek |
|
199 |
Öbek Fiiller |
reach back to (some point in time) f.
|
(tarihte bir zamana) gönderme yapmak |
|
200 |
Öbek Fiiller |
reach back to (some point in time) f.
|
(tarihte bir zamandan) ilham almak |
|
201 |
Öbek Fiiller |
reach back to (some point in time) f.
|
(önceki bir şeyden/zamandan) öğeler taşımak |
|
Phrases |
|
202 |
İfadeler |
come prima (in the same manner as the first time) zf.
|
İlk seferde olduğu gibi |
|
203 |
İfadeler |
come prima (in the same manner as the first time) zf.
|
ilk seferdeki ile aynı şekilde |
|
204 |
İfadeler |
come prima (in the same manner as the first time) zf.
|
ilk seferdeki gibi |
|
205 |
İfadeler |
a week is a long time in politics expr.
|
siyasette bir haftada çok şey değişebilir |
|
206 |
İfadeler |
in this time interval expr.
|
bu tarih aralığında |
|
207 |
İfadeler |
taking into account the time he has already spent in prison expr.
|
cezaevinde kaldığı süre dikkate alınarak |
|
208 |
İfadeler |
in no time at all expr.
|
çabucak |
|
209 |
İfadeler |
taking into account the time he has already spent in jail expr.
|
cezaevinde kaldığı süre dikkate alınarak |
|
210 |
İfadeler |
in no time at all expr.
|
çok çabuk |
|
211 |
İfadeler |
in no time at all expr.
|
çabucacık |
|
212 |
İfadeler |
in no time at all expr.
|
çok geçmeden |
|
213 |
İfadeler |
for the first time in forever expr.
|
hayatımda ilk kez |
|
214 |
İfadeler |
in the shortest time expr.
|
en kısa zamanda |
|
215 |
İfadeler |
just in time expr.
|
kılpayı |
|
216 |
İfadeler |
in the shortest time possible expr.
|
mümkün olan en kısa sürede |
|
217 |
İfadeler |
in the shortest possible time expr.
|
mümkün olan en kısa sürede |
|
218 |
İfadeler |
in the shortest time possible expr.
|
mümkün olan en kısa zamanda |
|
219 |
İfadeler |
in no time expr.
|
kaşla göz arasında |
|
220 |
İfadeler |
in the shortest possible time expr.
|
mümkün olan en kısa zamanda |
|
221 |
İfadeler |
all in good time expr.
|
her şeyin bir zamanı var |
|
222 |
İfadeler |
in a time of universal deceit, telling the truth is a revolutionary act expr.
|
sahtekarlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir |
|
223 |
İfadeler |
in the course of time expr.
|
zamanın akışı içinde |
|
224 |
İfadeler |
in time of trouble expr.
|
zor dönemlerde |
|
225 |
İfadeler |
only just in time expr.
|
ucu ucuna |
|
226 |
İfadeler |
at that point in time expr.
|
o zamanlar |
|
227 |
İfadeler |
at that point in time expr.
|
o zaman |
|
228 |
İfadeler |
at that point in time expr.
|
o noktada |
|
229 |
İfadeler |
at this juncture in time expr.
|
şu anda |
|
230 |
İfadeler |
at this juncture in time expr.
|
şimdi |
|
231 |
İfadeler |
at this juncture in time expr.
|
bugün |
|
232 |
İfadeler |
at this juncture in time expr.
|
bu noktada |
|
233 |
İfadeler |
at this juncture in time expr.
|
halihazırda |
|
234 |
İfadeler |
at this moment in time expr.
|
şu anda |
|
235 |
İfadeler |
at this moment in time expr.
|
şimdi |
|
236 |
İfadeler |
at this moment in time expr.
|
bugün |
|
237 |
İfadeler |
at this moment in time expr.
|
bu noktada |
|
238 |
İfadeler |
at this moment in time expr.
|
halihazırda |
|
239 |
İfadeler |
in (an amount of time) flat expr.
|
sadece (belli bir zaman) içinde |
|
240 |
İfadeler |
in (an amount of time) flat expr.
|
tam (belli bir zaman) içinde |
|
241 |
İfadeler |
in the space of (an amount of time) expr.
|
(belli bir zaman) aralığında |
|
242 |
İfadeler |
in a time of universal deceit expr.
|
düzenbazlığın düzen haline geldiği dönemde hakikati konuşmak devrim yapmaktır |
|
243 |
İfadeler |
in spare time expr.
|
boş zamanda |
|
244 |
İfadeler |
in spare time expr.
|
boş vakitte |
|
245 |
İfadeler |
in time (with someone or something) expr.
|
(biriyle/bir şeyle) aynı ritimde |
|
246 |
İfadeler |
in time (with someone or something) expr.
|
(birinin/bir şeyin) ritmine uyan |
|
247 |
İfadeler |
in time (with someone or something) expr.
|
(biriyle/bir şeyle) zamanlaması tutan |
|
248 |
İfadeler |
in time (with someone or something) expr.
|
(biriyle/bir şeyle) senkronize |
|
249 |
İfadeler |
in time (with someone or something) expr.
|
(biriyle/bir şeyle) aynı zamanlamada |
|
250 |
İfadeler |
in time (with someone or something) expr.
|
(birinin/bir şeyin) ritmini yakalamış |
|
251 |
İfadeler |
in the flow of time expr.
|
zamanın akışında |
|
252 |
İfadeler |
in the flow of time expr.
|
zamanın akışı içinde |
|
Proverb |
|
253 |
Atasözü |
a stitch in time saves nine
|
bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır |
|
254 |
Atasözü |
a stitch in time saves nine
|
bir mıh bir nal kurtarır bir nal bir at kurtarır |
|
255 |
Atasözü |
a stitch in time saves nine
|
bugünün işini yarına bırakma |
|
256 |
Atasözü |
a stitch in time
|
yılanın başı küçükken ezilir |
|
257 |
Atasözü |
a stitch in time
|
zamanında giderilen sorun/problem |
|
258 |
Atasözü |
a stitch in time
|
zamanında/erken müdahale |
|
259 |
Atasözü |
a stitch in time (saves nine)
|
yılanın başı küçükken ezilir |
|
260 |
Atasözü |
you can't sit in two chairs at the same time
|
aynı anda her yere yetişemezsin |
|
261 |
Atasözü |
you can't sit in two chairs at the same time
|
aynı anda bir çok işi yapamazsın |
|
262 |
Atasözü |
you can't sit in two chairs at the same time
|
iki şey aynı anda yapılamaz |
|
263 |
Atasözü |
you can't sit in two chairs at the same time
|
ikisinden birini seçmesi gerek |
|
Colloquial |
|
264 |
Konuşma Dili |
in the mean time zf.
|
bu arada |
|
265 |
Konuşma Dili |
in half that time expr.
|
bu sürenin yarısı geçince |
|
266 |
Konuşma Dili |
in this day and time expr.
|
bu çağda |
|
267 |
Konuşma Dili |
for the first time in my life expr.
|
hayatımda ilk kez |
|
268 |
Konuşma Dili |
in this day and time expr.
|
günümüzde |
|
269 |
Konuşma Dili |
for the first time in my life expr.
|
hayatımda ilk defa |
|
270 |
Konuşma Dili |
in this day and time expr.
|
günümüz modern zamanlarında |
|
271 |
Konuşma Dili |
for the first time in my life expr.
|
ömrümde ilk kez |
|
272 |
Konuşma Dili |
next time I'm in town expr.
|
şehre bir dahaki gelişim |
|
273 |
Konuşma Dili |
time closing in expr.
|
saati geliyor |
|
274 |
Konuşma Dili |
in due time expr.
|
sırası gelince |
|
275 |
Konuşma Dili |
in good time expr.
|
sırası gelince |
|
276 |
Konuşma Dili |
for the first time in its history expr.
|
tarihinde ilk defa |
|
277 |
Konuşma Dili |
for the first time in one's history expr.
|
tarihinde ilk defa |
|
278 |
Konuşma Dili |
for the first time in its history expr.
|
tarihinde ilk sefer |
|
279 |
Konuşma Dili |
for the first time in one's history expr.
|
tarihinde ilk sefer |
|
280 |
Konuşma Dili |
for the first time in one's history expr.
|
tarihinde ilk kez |
|
281 |
Konuşma Dili |
for the first time in its history expr.
|
tarihinde ilk kez |
|
282 |
Konuşma Dili |
in good time expr.
|
vaktinde/zamanında |
|
283 |
Konuşma Dili |
in the course of time expr.
|
vaktinde/zamanında |
|
284 |
Konuşma Dili |
in due time expr.
|
vaktinde/zamanında |
|
285 |
Konuşma Dili |
in good time expr.
|
vakti gelince |
|
286 |
Konuşma Dili |
in good time expr.
|
zamanı gelince |
|
287 |
Konuşma Dili |
in time expr.
|
vaktinde/zamanında |
|
288 |
Konuşma Dili |
time closing in expr.
|
zaman yaklaşıyor |
|
289 |
Konuşma Dili |
in due time expr.
|
zamanı gelince |
|
290 |
Konuşma Dili |
in good time expr.
|
zamanında |
|
291 |
Konuşma Dili |
in time expr.
|
zamanı gelince |
|
292 |
Konuşma Dili |
in due time expr.
|
vakti gelince |
|
293 |
Konuşma Dili |
in (one's) time expr.
|
(birinin) zamanında |
|
294 |
Konuşma Dili |
in (one's) time expr.
|
(birinin) gençliğinde |
|
295 |
Konuşma Dili |
in somebody’s day/time expr.
|
birinin döneminde |
|
296 |
Konuşma Dili |
in somebody’s day/time expr.
|
birinin en parlak döneminde |
|
297 |
Konuşma Dili |
in somebody’s day/time expr.
|
birinin en başarılı döneminde |
|
298 |
Konuşma Dili |
in somebody’s day/time expr.
|
birinin en ünlü döneminde |
|
299 |
Konuşma Dili |
in somebody’s day/time expr.
|
geçmişte |
|
300 |
Konuşma Dili |
in somebody’s day/time expr.
|
birinin zamanında |
|
301 |
Konuşma Dili |
in somebody’s day/time expr.
|
eski günlerde |
|
302 |
Konuşma Dili |
in somebody’s day/time expr.
|
birinin gençlik yıllarında |
|
303 |
Konuşma Dili |
in somebody’s day/time expr.
|
biri gençken |
|
304 |
Konuşma Dili |
in somebody’s day/time expr.
|
biri hayattayken |
|
305 |
Konuşma Dili |
(a) quarter of (a given hour in time) [us] expr.
|
(bir saate) çeyrek kala |
|
306 |
Konuşma Dili |
(a) quarter of (a given hour in time) [us] expr.
|
(belli bir zamandan/saatten) 15 dakika önce |
|
307 |
Konuşma Dili |
(a) quarter of (a given hour in time) [us] expr.
|
(verilen zamandan/saatten) çeyrek saat önce |
|
308 |
Konuşma Dili |
haven't seen you in a long time expr.
|
seni uzun süredir görmüyorum |
|
309 |
Konuşma Dili |
haven't seen you in a long time expr.
|
seni uzun zamandır görmüyorum |
|
310 |
Konuşma Dili |
haven't seen you in a long time expr.
|
sizi uzun zamandır görmüyorum |
|
311 |
Konuşma Dili |
in half the time expr.
|
yarısı kadar sürede |
|
312 |
Konuşma Dili |
in half the time expr.
|
daha az/kısa sürede |
|
313 |
Konuşma Dili |
in your own good time expr.
|
canın istediği zaman |
|
314 |
Konuşma Dili |
in your own good time expr.
|
ne zaman canın isterse |
|
315 |
Konuşma Dili |
in your own good time expr.
|
kendin istediğinde |
|
316 |
Konuşma Dili |
in your own good time expr.
|
hazır olduğunda |
|
317 |
Konuşma Dili |
you came just in time exclam.
|
kaynanan seviyormuş |
|
Idioms |
|
318 |
Deyim |
a legend in one's own time i.
|
yaşayan efsane |
|
319 |
Deyim |
legend in one's own time i.
|
döneminin efsanesi |
|
320 |
Deyim |
a stitch in time saves nine i.
|
zamanında giderilen küçük bir hata büyük felaketleri önler |
|
321 |
Deyim |
legend in own time i.
|
yaşayan efsane |
|
322 |
Deyim |
legend in own time i.
|
döneminin efsanesi |
|
323 |
Deyim |
spend (some amount of time) in (some place) f.
|
vakit geçirmek |
|
324 |
Deyim |
spend (some amount of time) in (some place) f.
|
eyleşmek |
|
325 |
Deyim |
spend (some amount of time) in (some place) f.
|
oyalanmak |
|
326 |
Deyim |
spend (some amount of time) in (some place) f.
|
zaman geçirmek |
|
327 |
Deyim |
spend (some amount of time) in (some place) f.
|
konaklamak |
|
328 |
Deyim |
spend time in something f.
|
vakit geçirmek |
|
329 |
Deyim |
spend time in something f.
|
eyleşmek |
|
330 |
Deyim |
spend time in something f.
|
oyalanmak |
|
331 |
Deyim |
spend time in something f.
|
zaman geçirmek |
|
332 |
Deyim |
spend time in something f.
|
konaklamak |
|
333 |
Deyim |
be trapped in a time warp f.
|
taş devrinde/geçmişte takılıp kalmak |
|
334 |
Deyim |
be trapped in a time warp f.
|
zaman durmuş olmak |
|
335 |
Deyim |
be in advance of (someone or something's) time f.
|
zamanının ilerisinde olmak |
|
336 |
Deyim |
be in advance of (someone or something's) time f.
|
döneminin ilerisinde olmak |
|
337 |
Deyim |
be in advance of (someone or something's) time f.
|
çağının ilerisinde olmak |
|
338 |
Deyim |
be in advance of (someone or something's) time f.
|
çağını aşmak |
|
339 |
Deyim |
be in advance of (someone or something's) time f.
|
bulunduğu çağdan daha ileride olmak |
|
340 |
Deyim |
be in advance of (someone or something's) time f.
|
bulunduğu zamandan daha ileride olmak |
|
341 |
Deyim |
be in advance of (someone or something's) time f.
|
bulunduğu dönemden daha ileride olmak |
|
342 |
Deyim |
be in advance of (someone or something's) time f.
|
zamanının ilerisinde olmak |
|
343 |
Deyim |
be in advance of (someone or something's) time f.
|
çağının ilerisinde olmak |
|
344 |
Deyim |
be in advance of (someone or something's) time f.
|
döneminin ilerisinde olmak |
|
345 |
Deyim |
be in advance of your time f.
|
zamanının ilerisinde olmak |
|
346 |
Deyim |
be in advance of your time f.
|
çağının ilerisinde olmak |
|
347 |
Deyim |
be in advance of your time f.
|
döneminin ilerisinde olmak |
|
348 |
Deyim |
invest someone's time in something f.
|
bir işe/şeye zamanını harcamak |
|
349 |
Deyim |
be in the right place at the right time f.
|
doğru zamanda doğru yerde olmak |
|
350 |
Deyim |
have all the time in the world f.
|
dünya kadar vakti olmak |
|
351 |
Deyim |
have all the time in the world f.
|
çok zamanı olmak |
|
352 |
Deyim |
fill in time f.
|
geçici bir işte çalışmak |
|
353 |
Deyim |
have all the time in the world f.
|
istemediği kadar çok zamanı olmak |
|
354 |
Deyim |
arrive in the nick of time f.
|
son saniyede varmak |
|
355 |
Deyim |
get there in the nick of time f.
|
son anda gelmek |
|
356 |
Deyim |
get there in the nick of time f.
|
son saniyede varmak |
|
357 |
Deyim |
get there in the very nick of time f.
|
son anda gelmek |
|
358 |
Deyim |
get there in the very nick of time f.
|
son saniyede varmak |
|
359 |
Deyim |
arrive in the very nick of time f.
|
son saniyede varmak |
|
360 |
Deyim |
arrive in the very nick of time f.
|
son anda gelmek |
|
361 |
Deyim |
arrive in the nick of time f.
|
son anda gelmek |
|
362 |
Deyim |
fill in time f.
|
zaman doldurmak |
|
363 |
Deyim |
fill in time f.
|
zaman doldurmak için bir işte çalışmak |
|
364 |
Deyim |
fill in time f.
|
zaman geçirmek |
|
365 |
Deyim |
be in the right spot at the right time f.
|
doğru anda doğru yerde olmak |
|
366 |
Deyim |
be in the right spot at the right time f.
|
doğru zamanda doğru yerde olmak |
|
367 |
Deyim |
do something in your own sweet time/way f.
|
canı istediğinde/istediği gibi yapmak |
|
368 |
Deyim |
do something in your own sweet time/way f.
|
istediği zaman/şekilde yapmak |
|
369 |
Deyim |
do something in your own sweet time/way f.
|
ne zaman/nasıl isterse yapmak |
|
370 |
Deyim |
do something in your own sweet time/way f.
|
kendi istediği zaman/gibi yapmak |
|
371 |
Deyim |
be in advance of (someone or something's) time f.
|
çağının ilerisinde olmak |
|
372 |
Deyim |
be in advance of (someone or something's) time f.
|
zamanının ilerisinde olmak |
|
373 |
Deyim |
keep in time (with someone or something) f.
|
(birinin/bir şeyin) ritmini yakalamak |
|
374 |
Deyim |
keep in time (with someone or something) f.
|
(birinin/bir şeyin) zamanına uymak |
|
375 |
Deyim |
keep in time (with someone or something) f.
|
(birinin/bir şeyin) ritmini yakalamak |
|
376 |
Deyim |
keep in time (with someone or something) f.
|
(birinin/bir şeyin) ritmini tutturmak |
|
377 |
Deyim |
keep in time (with someone or something) f.
|
(birinin/bir şeyin) zamanlamasını tutturmak |
|
378 |
Deyim |
march in time (with someone or something) f.
|
(birinin/bir şeyin) ritminde yürümek |
|
379 |
Deyim |
march in time (with someone or something) f.
|
(biriyle/bir şeyle) senkronize yürümek |
|
380 |
Deyim |
march in time (with someone or something) f.
|
(biriyle/bir şeyle) aynı ritimde yürümek |
|
381 |
Deyim |
march in time (with someone or something) f.
|
(biriyle/bir şeyle) aynı zamanlamada yürümek |
|
382 |
Deyim |
march in time (with someone or something) f.
|
(birine/bir şeye) ayak uydurmak |
|
383 |
Deyim |
march in time (with someone or something) f.
|
(biriyle/bir şeyle) uygun adım yürümek |
|
384 |
Deyim |
march in time (with someone or something) f.
|
adımlarını (birine/bir şeye) uydurarak yürümek |
|
385 |
Deyim |
be caught in a time warp f.
|
taş devrinde/geçmişte takılıp kalmak |
|
386 |
Deyim |
be caught in a time warp f.
|
zamanın gerisinde kalmak |
|
387 |
Deyim |
be caught in a time warp f.
|
zaman durmuş olmak |
|
388 |
Deyim |
be caught in a time warp f.
|
demode kalmak |
|
389 |
Deyim |
be caught in a time warp f.
|
geçmiş bir zamanda takılıp kalmak |
|
390 |
Deyim |
be locked in a time warp f.
|
taş devrinde/geçmişte takılıp kalmak |
|
391 |
Deyim |
be locked in a time warp f.
|
zamanın gerisinde kalmak |
|
392 |
Deyim |
be locked in a time warp f.
|
zaman durmuş olmak |
|
393 |
Deyim |
be locked in a time warp f.
|
demode kalmak |
|
394 |
Deyim |
be locked in a time warp f.
|
geçmiş bir zamanda takılıp kalmak |
|
395 |
Deyim |
be stuck in a time warp f.
|
taş devrinde/geçmişte takılıp kalmak |
|
396 |
Deyim |
be stuck in a time warp f.
|
zamanın gerisinde kalmak |
|
397 |
Deyim |
be stuck in a time warp f.
|
zaman durmuş olmak |
|
398 |
Deyim |
be stuck in a time warp f.
|
demode kalmak |
|
399 |
Deyim |
be stuck in a time warp f.
|
geçmiş bir zamanda takılıp kalmak |
|
400 |
Deyim |
be trapped in a time warp f.
|
demode kalmak |
|
401 |
Deyim |
be trapped in a time warp f.
|
geçmiş bir zamanda takılıp kalmak |
|
402 |
Deyim |
be trapped in a time warp f.
|
zamanın gerisinde kalmak |
|
403 |
Deyim |
be in advance of your time f.
|
çağının/zamanının ötesinde olmak |
|
404 |
Deyim |
be in advance of your time f.
|
çağının/zamanının ilerisinde olmak |
|
405 |
Deyim |
be in a time warp f.
|
geçmişte takılıp kalmak |
|
406 |
Deyim |
be in a time warp f.
|
zaman durmuş olmak |
|
407 |
Deyim |
be in a time warp f.
|
zamanın gerisinde kalmak |
|
408 |
Deyim |
be in a time warp f.
|
demode kalmak |
|
409 |
Deyim |
be in a time warp f.
|
geçmiş bir zamanda takılıp kalmak |
|
410 |
Deyim |
be in advance of (someone's or something's) time f.
|
zamanının ilerisinde olmak |
|
411 |
Deyim |
be in advance of (someone's or something's) time f.
|
döneminin ilerisinde olmak |
|
412 |
Deyim |
be in advance of (someone's or something's) time f.
|
çağının ilerisinde olmak |
|
413 |
Deyim |
be in advance of (someone's or something's) time f.
|
çağını aşmak |
|
414 |
Deyim |
be in advance of (someone's or something's) time f.
|
bulunduğu çağdan daha ileride olmak |
|
415 |
Deyim |
be in time (with someone or something) f.
|
(birinin/bir şeyin) ritmine uymak |
|
416 |
Deyim |
be in time (with someone or something) f.
|
(birinin/bir şeyin) ritmini yakalamak |
|
417 |
Deyim |
be in time (with someone or something) f.
|
(biriyle/bir şeyle) zamanlaması tutmak |
|
418 |
Deyim |
be in time (with someone or something) f.
|
(biriyle/bir şeyle) senkronize olmak |
|
419 |
Deyim |
be in time (with someone or something) f.
|
(biriyle/bir şeyle) aynı ritimde olmak |
|
420 |
Deyim |
get in time (with someone or something) f.
|
(birinin/bir şeyin) ritmine uymak |
|
421 |
Deyim |
get in time (with someone or something) f.
|
(birinin/bir şeyin) ritmini yakalamak |
|
422 |
Deyim |
invest time in f.
|
-e zaman harcamak |
|
423 |
Deyim |
jump back in time f.
|
zamanda geriye gitmek/atlamak |
|
424 |
Deyim |
jump back in time f.
|
eski bir tarihe dönmek |
|
425 |
Deyim |
jump back in time f.
|
geçmişe dönmek |
|
426 |
Deyim |
put an amount of time in on f.
|
-e belli bir miktar vakit harcamak |
|
427 |
Deyim |
put an amount of time in on f.
|
-e belli bir miktar zaman ayırmak |
|
428 |
Deyim |
be in the wrong place at the wrong time f.
|
yanlış zamanda yanlış yerde bulunmak/olmak |
|
429 |
Deyim |
spend time in f.
|
-e konaklamak |
|
430 |
Deyim |
spend time in f.
|
-de vakit geçirmek |
|
431 |
Deyim |
lost in the sands of time s.
|
tarihin derinliklerinde kaybolmuş/yok olmuş |
|
432 |
Deyim |
lost in the sands of time s.
|
tarihin derinliklerinde yitip gitmiş |
|
433 |
Deyim |
lost in the sands of time s.
|
tarihin derinliklerine gömülmüş |
|
434 |
Deyim |
lost in the sands of time s.
|
tarihte kalmış |
|
435 |
Deyim |
lost in the sands of time s.
|
tarihin derinliklerinde unutulmuş |
|
436 |
Deyim |
lost in the sands of time s.
|
çok eskilerde kalmış |
|
437 |
Deyim |
frozen in time s.
|
zamanda donup kalmış |
|
438 |
Deyim |
frozen in time s.
|
değişmeden kalmış |
|
439 |
Deyim |
frozen in time s.
|
hiç değişmemiş |
|
440 |
Deyim |
in my copious free time expr.
|
bir ara (bakarız) |
|
441 |
Deyim |
in next to no time expr.
|
aniden |
|
442 |
Deyim |
in no time at all expr.
|
aniden |
|
443 |
Deyim |
in no time at all expr.
|
bir anda |
|
444 |
Deyim |
in next to no time expr.
|
bir anda |
|
445 |
Deyim |
in no time flat expr.
|
çabucak |
|
446 |
Deyim |
in jig time expr.
|
çabucak |
|
447 |
Deyim |
lose no time in doing something expr.
|
hemen/hiç vakit kaybetmeden (bir işe girişmek) |
|
448 |
Deyim |
in next to no time expr.
|
hemen/anında |
|
449 |
Deyim |
in no time flat expr.
|
hızla |
|
450 |
Deyim |
in no time at all expr.
|
hemen/anında |
|
451 |
Deyim |
waste no time in doing something expr.
|
hemen/hiç vakit kaybetmeden (bir işe girişmek) |
|
452 |
Deyim |
in jig time expr.
|
hızla |
|
453 |
Deyim |
in somebody's own good time expr.
|
ne zaman canı isterse |
|
454 |
Deyim |
in his own good time expr.
|
ne zaman canı isterse |
|
455 |
Deyim |
just in the nick of time expr.
|
son anda |
|
456 |
Deyim |
in the nick of time expr.
|
son dakikada |
|
457 |
Deyim |
in no time flat expr.
|
süratle |
|
458 |
Deyim |
in the nick of time expr.
|
son anda |
|
459 |
Deyim |
in the nick of time expr.
|
sıcağı sıcağına (tam zamanında) |
|
460 |
Deyim |
just in the nick of time expr.
|
son dakikada |
|
461 |
Deyim |
in the very nick of time expr.
|
son dakikada |
|
462 |
Deyim |
in the very nick of time expr.
|
son anda |
|
463 |
Deyim |
a stitch in time saves nine expr.
|
sorunu büyümeden halletmeli |
|
464 |
Deyim |
in the very nick of time expr.
|
tam zamanında |
|
465 |
Deyim |
in the nick of time expr.
|
tam vaktinde |
|
466 |
Deyim |
in the nick of time expr.
|
tam zamanında |
|
467 |
Deyim |
in the very nick of time expr.
|
tam vaktinde |
|
468 |
Deyim |
in due time expr.
|
zamanı gelince |
|
469 |
Deyim |
in the fullness of time expr.
|
zamanı gelince |
|
470 |
Deyim |
in the wrong place at the wrong time expr.
|
yanlış yerde ve zamanda |
|
471 |
Deyim |
in the fullness of time expr.
|
vadesi gelince |
|
472 |
Deyim |
in the nick of time expr.
|
ucu ucuna |
|
473 |
Deyim |
in good time expr.
|
zamanı gelince |
|
474 |
Deyim |
in the wrong place at the wrong time expr.
|
yanlış yerde ve yanlış zamanda |
|
475 |
Deyim |
in the interest of saving time expr.
|
zamandan kazanmak/tasarruf etmek adına/için |
|
476 |
Deyim |
in the space of (an amount of time) expr.
|
(belli bir zaman) içerisinde |
|
477 |
Deyim |
in (one's) own sweet time expr.
|
canı istediğinde |
|
478 |
Deyim |
in (one's) own sweet time expr.
|
istediği zaman |
|
479 |
Deyim |
in (one's) own sweet time expr.
|
ne zaman isterse |
|
480 |
Deyim |
in the (very) nick of time expr.
|
son anda |
|
481 |
Deyim |
in the (very) nick of time expr.
|
son saniyede |
|
482 |
Deyim |
in the (very) nick of time expr.
|
tam zamanında |
|
483 |
Deyim |
in the (very) nick of time expr.
|
son dakikada |
|
484 |
Deyim |
at this juncture/moment/point in time expr.
|
şu anda |
|
485 |
Deyim |
at this juncture/moment/point in time expr.
|
şimdi |
|
486 |
Deyim |
at this juncture/moment/point in time expr.
|
bugün |
|
487 |
Deyim |
at this juncture/moment/point in time expr.
|
bu noktada |
|
488 |
Deyim |
at this juncture/moment/point in time expr.
|
halihazırda |
|
489 |
Deyim |
in my copious free time expr.
|
bir ara |
|
490 |
Deyim |
in my copious free time expr.
|
zaten çok bol olan boş zamanında (kinayeli bir ifade) |
|
491 |
Deyim |
in (one's) own good time expr.
|
ne zaman canı isterse |
|
492 |
Deyim |
in (one's) own time expr.
|
ne zaman canı isterse |
|
493 |
Deyim |
in (one's) own time expr.
|
boş zamanında |
|
494 |
Deyim |
what's on tap for (some point in time) expr.
|
(belli bir zamanda, tarihte) gündem ne? |
|
495 |
Deyim |
what's on tap for (some point in time) expr.
|
(belli bir zamanda, tarihte) gündemde/programda ne var? |
|
496 |
Deyim |
what's on tap for (some point in time) expr.
|
(belli bir zamanın, tarihin) programı/planı ne? |
|
Speaking |
|
497 |
Konuşma |
when you're in army you got a lot of time to think i.
|
askerdeyken düşünecek çok vaktin oluyor |
|
498 |
Konuşma |
accidents happen in surgeries all the time expr.
|
ameliyatlarda kazalar hep yaşanır |
|
499 |
Konuşma |
are you having a good time in ankara? expr.
|
ankara'da iyi vakit geçiyor musun? |
|
500 |
Konuşma |
are you having a good time in ankara? expr.
|
ankara'da iyi vakit geçiyor musunuz? |
|